Gönüllü kulluluk üzerine…

Gönüllü kulluluk üzerine…

Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i / Hep Ademin oğlu kızı / Beraberce şehit gazi / Yanlış var mı ve neresi / Binbir ismin birinden tut / Senlik benlik nedir sil at / Tuttuğun yola doğru git / Yoldan çıkıp olma asi / Yezit nedir, ne Kızılbaş / Değil miyiz hep bir kardaş / Bizi yakar bizim ataş / Söndürmektir tek çaresi…/ Şu alemi yaratan bir / O’dur külli şeye kadir / Alevi Sünnilik nedir / Menfaattir varvarası”

Yukarıdaki dizeler ünlü halk ozanı olan Aşık Veysel’e ait ve kırk yıl önce yazdığı “Dava İnsanlık Davası” başlıklı şiirinden alınmadır. Ben, Kürt sorunu, terör sorunu ya da adına her ne dersek diyelim içinde bulunduğumuz süreçle ilgili en dikkat çekici ve anlaşılır tespitlerden birisinin yıllar önce yazılmış bu şiirde en basit, yalın haliyle ifade edilmiş olduğunu düşünüyorum. O kadar sade, o kadar yalın ve o kadar vurucu bir anlatımı var ki, Şatıroğlu’nun, adeta bam teline dokunuyor.

Henüz 7 yaşında iken gözlerini kaybeden, hiçbir diploması olmayan, yabancı dil bilmeyen, uluslararası ilişkileri ya da stratejik hesapları yorumlayamayan büyük halk ozanından bahsediyoruz.

Kürt sorununun raporlar tarihi

Cumhuriyet tarihinden bu yana 70’in üzerinde rapor hazırlanan ve devletin tozlu raflarına kaldırılan, yıllardır stratejik analizler yapılan, yol haritaları belirlenen Kürt sorununun çözümü kanımca Aşık Veysel’in bu basit dizelerini anlamaktan geçiyor.

Belki de salt kendi irademizle çözebilecekken çözüm sürecinin içine bir sürü bilinmeyeni ekleyerek çok bilinmeyenli bir denklem oluşturuyoruz. Büyük devletlerden, uluslararası sermaye ve güçlere derin devletten cemaatlere, iktidar ilişkilerinden siyasal partilere bir sürü değişkeni formülün içine yerleştirip denklemi daha da karmaşık hale sokuyoruz. Böyle yapınca en başta denklemi bu kadar karmaşıklaştırmadan göz önüne almamız gereken ana unsuru ihmal etmiş oluyoruz. Sorunun çözümünde doğrudan problemle karşı karşıya olan, iç içe yaşayan halkın bu konudaki duruşunu ihmal ediyoruz.

Oysa ayrım gözetmeksizin hepimizin, bütün Türkiye vatandaşlarının meselesi olan, iç politikadan dış politikaya, ekonomiden kamu yönetimi reformuna her alanda gündemimizi domine eden bir sorunla karşı karşıyayız. Başta bölge halkı olmak üzere, bütün vatandaşlar, hepimiz bu sorunu bitirmek için üstümüze düşeni yapmakla mükellefiz. Sorun ne hükümetin, ne AK Parti’nin ne de bölge halkının… Nihayetinde hepimizi yakından ilgilendiren, çocuklarımızı elimizden alan bir bela… Bu belayı defetmek bizim elimizde, adeta yeniden bir kurtuluş mücadelesi bilinciyle hareket ederek çözebileceğimiz kadar da ciddi bir sorun.

Fakat maalesef bu konuda topu hükümete, siyaset kurumuna ve bürokrasiye atarak tembellik yapıyoruz. Sorumluluklarımızı başkasına yükleyerek kenara çekiliyoruz. Oysa Aşık Veysel’in dediği gibi “Senlik benlik nedir sil at / Tuttuğun yola doğru git… Bizi yakar bizim ataş / Söndürmektir tek çaresi…” kabilinden çözüm için eleştirmekten çok daha fazla katkı sunmamız gereken bir sorunla karşı karşıyayız.

Şahsen ben çözüm sürecinde en çok katkıyı başta bölgede yaşayanlar olmak üzere halkın vereceğine ancak bu katkıyı sunmadığına inanıyorum. Her fırsatta devleti, kamu görevlilerini eleştiren ve süreçten şikâyet edip, çözüme katkı sağlamaktan kaçınan kitleden bahsediyorum. Devletin süreç içindeki eksikliklerinden, yanlışlıklarından ve gayri hukuki işlemlerinden muzdaribiz. Hepimiz bunları eleştiriyoruz. Ama kabul etmemiz gereken bir şey var: Artık çözümü hedefleyen bir siyasal iktidar var. Geçmişte yapılan bütün yanlışlıkları kabul eden, çözmek ve düzeltmek için çaba sarf eden, yatırımlar yapan, yasal düzenlemeler değiştiren ve ne pahasına olursa olsun bu sorunu çözeceğim diyen bir siyasal otoriteden bahsediyoruz.

Devletten ve terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan’dan beklediğimiz çözüme katkı çabasını bütün bölge halkının sahiplenmesi ve üstlenmesi gerekiyor. Bin bir fedakarlıklarla ve pozitif ayırımcılık eleştirileriyle karşı karşı kalmasına rağmen yapılan kamu yatırımlarına dahi sahip çıkmaktan sakınan, çözüm sürecine en fazla katkı yapan hükümeti ödüllendirmekten kaçınan, kamu yatırımları için bedeli karşılığında özel mülkünü satmaya yanaşmayan, ama kamu yatırımı gelmediği için devleti eleştiren bir kitleden bahsediyoruz.

Destekleme yeter!

Şunun altını çizmek gerekiyor ki 30 yıldır can almaya devam eden bu soruna bir kurtuluş savaşı edasıyla sahip çıkmamız gerekiyor. Bölge halkının terör örgütüne salt mesafe koymanın ötesinde artık daha güçlü bir şekilde “edi bese” demesi gerektiğini ve bu süreçte sadece devletin değil ülkenin tüm batısıyla doğusuyla tüm ülke halkının, öncelikle de bölge halkının sürece desteğini hissettirmesi gerekiyor. Evet bölge halkı Cumhuriyet tarihinden bugüne değin yaşanan süreçte, asimilasyon, yok sayma, ayrımcılık, tek tipleştirme gibi birçok faşizan uygulamaların travma yarattığı uygulamalarla karşı karşıya kaldı. Ama artık farklı bir noktadayız. Tüm bu uygulamaları sona erdirmek isteyen bir yapı var karşımızda. Bölge halkı bunun farkında olmalı. Bölgede yaşayan vatandaşlarımız bilerek ya da bilmeyerek bu sorunlu tavrın içinde olmadığı an sorunun çözüleceğine inanıyorum.

Tıpkı bundan yaklaşık 500 yıl önce yaşayan, iktidarın doğasını en güzel tasvir eden siyasal düşünürlerden birisi olan ve aslında tabiri caizse su katılmamış bir anarşist olan Etienne de La Boetie’nin tartıştığı gibi bir eksiklik söz konusu. La Boetie cesaretle: “…Bir kişinin binlercesi karşısındaki cesaretine şaşırıyoruz da, binlercesinin bir kişi karşısındaki korkaklığına neden şaşırmıyoruz? Üstelik savaşmaya bile gerek yokken, bu zorbanın elinden bir şey almaya çalışmak yerine, ona başta bir şey vermemek bu kadar kolayken?” sorusunu sorarak kral çıplak diyen kişidir. Düşmanı tanımlarken “…Size böylesine hakim olan kişinin iki eli, iki gözü ve bir bedeni var. Sizden tek farkı sizin ona sağladığınız üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa nasıl oluyor da, sizi dövebildiği bu kadar eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar, sizlerin değilse bunları nereden almıştır?” diye soran La Boetie.

Bölge halkının tutumu

Bölge halkının tutumunu neden yeterince gündemimize almıyoruz sorusunu tartışırken La Boetie’nin o ölümsüz eseri “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”deki giriş pasajları geldi aklıma:

“…Üstelik bu yalnız olan tirana karşı koyma, onunla savaşmak gerekmez bile. Ülke ona kulluk etmemeye karar versin bir kere, tiran kendiliğinden yok olup gider. Ondan herhangi bir şey eksiltmek gerekmez, ona hiçbir şey vermemek yeterli olur. Ülke, kendi yararına bir şeyler yapmak için varsın güçlüklere katlanmasın; tek gerekli olan, kendi zararına olabilecek sıkıntılı bir işe kalkışmamasıdır. Demek ki, halklardır kendilerini teslim edenler, daha doğrusu kendilerini ezdirenler; çünkü kulluk etmeye son verdikleri an üstlerindeki bu yükten de kurtulmuş olacaklardır. Kendi kendilerini kulluklaştıran, kendi boğazını kesen halk özgürlük seçeneği karşısında bağımsızlığını terk edip boyunduruğu kabul etmiş ve bu kötü duruma razı olmak şöyle dursun, onu arzulamıştır. Eğer özgürlüğüne yeniden kavuşmak pahalıya mal olacaksa, onu bu işe kalkışmaması için sıkıştırmam; insan yeniden doğal hukuka geçmek ya da bir başka deyişle, hayvandan yeniden insana dönüşmek kadar değerli bir şey olamaz. Fakat yine de böylesine büyük bir yüreklilik istemiyorum; ancak rahat yaşamak uğruna herhangi bir güvenceyi daha çok sevmesine izin vermiyorum.

…Hiç kuşkusuz, bu durum küçük bir kıvılcımdan doğan ateş gibidir: Bu ateş büyür ve daha güçlü olur, odun buldukça da yanmayı sürdürür; onu sürdürmek için üzerine su dökmeyip yalnızca daha başka odun vermeyince, ateş kül edecek bir şey bulamadığından kendi kendini kül eder, gücünü yitirir ve ateş olmaktan çıkar. Aynı biçimde, tiranlar yağmaladıkça daha çok şey üzerinden hak iddia edip daha çok isterler; yakıp yıktıkça da, onlara daha çok şey verilir ve daha çok hizmet edilir; böylece tiranlar her şeyi yok edip yıkmak için güçlenirler ve gittikçe daha güçlü ve daha zinde olurlar. Eğer onlara hiçbir şey verilmezse, onlara hiçbir şekilde boyun eğilmezse, savaşıp vuruşmaya gerek olmadan tiranlar çıplak ve zayıf kalır; artık onlar hiçbir şey değildir; ya da tıpkı su ve besi bulamayıp kuru ve ölü bir dal durumuna dönüşen bir kök gibidir.

…Bunun için kurtulmaya çabalamamız gerekmez, yalnızca kurtulmak istememiz yeterli olacaktır. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Onu itmenizi ya da dengesini bozmanızı istemiyorum. Fakat yalnızca onu desteklemeyin; işte o zaman onun altından kaidesi çekilmiş bir Colosse gibi tüm ağırlığı ile düşüp parçalandığını göreceksiniz…”

Aykırı sorulara cevaplar

Başbakan Erdoğan’ın Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki illere yönelik ekonomik yatırımlardan bahsederken ya da Kürt sorunu konusunda atılan adımlardan bahsederken, bölge halkından çözüm sürecinde daha çok destek isterken ortaya koyduğu beklentiler La Boetie’nin bu pasajını aklıma getirdi.

Başbakan Erdoğan’ın kullandığı dil aslında oldukça yaygın bir kanaati de dile getiriyor. Evet demokratikleşme yönünde atılan adımlarda oy kaygısı güdüldüğünü iddia etmek bir haksızlık olur. Aynı şekilde siyasal iktidarlar için ekonomik anlamda bölgesel kalkınmışlık düzeylerini eşitlemeye çalışmak, ülkenin tamamını kalkındırmak bir zorunluluktur. Ancak başta AK Parti tabanı olmak üzere genelde kamuoyunun zihnindeki ortak soru, bunca adıma ve ekonomik anlamda yatırıma rağmen bölge halkının çizgi itibari ile marjinalleşmiş bir siyasi yapıya destek vermesinin nedeni nedir? Ya da terör örgütünün söyleminin bölgede güçlenmesinin gerçek sebebi nedir? Ya da benzer yatırımların yapıldığı ortalama bir Anadolu ilinde iktidar partisinin oyları artarken faraza Van’da harcanan onca paraya rağmen, başta deprem olmak üzere onca hassas tutuma rağmen siyasan iktidarın oy oranının azalmasının gerekçesi ne olabilir? Devletin otoriterleştiğinden şikayetçi olan, en düşük düzeydeki bir kamu görevlisinin ihmalini bir rahatsızlık unsuru olarak gören bir insanın buna kızarak gidip totaliter bir terör örgütüne destek olması ya da onun uzantılarını desteklemelerini nasıl açıklamalıyız? Bunu sadece terör korkusu ile açıklamak bölge halkına saygısızlık değil midir?

Malımıza, canımıza, birlik-beraberliğimize yönelik topyekûn bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu zalim terör örgütü bize saldırırken bizim ellerimizi, ayaklarımızı ve gücümüzü kullanıyor. Unutmamalıyız biz ona bu gücü vermediğimiz an kendiliğinden kaybolup gidecek.

12 Ocak 2013

http://www.yirmidorthaber.com/acikgorus/gonullu-kulluk-uzerine/haber-719183

Yukarı