Tarafsızlık mümkün mü?

Tarafsızlık mümkün mü?

1982 Anayasası yürürlükte kaldığı sürece tartışma konusu bulmakta sıkıntı çekmeyeceğiz sanırım. Önümüzdeki dönemde hükümet sistemi tartışmaları yürürken anayasanın bu konudaki hükümlerinin yer aldığı yasama-yürütme ilişkileri bölümü ile cumhurbaşkanının görev, yetki ve sorumlulukları ile ilgili kısmı bu konudaki eleştirilerin ana kaynağı olacak kuşkusuz. Bu yazıda dikkat çekmek istediğim husus demokratik ülke uygulamalarındaki parlamenter rejim tanımlamasında yer alan “yürütmenin iki başından birisinin tarafsız ve partiler üstü olması” şartını karşılamak üzere anayasanın 101. maddesinde yer verilen “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” ifadesidir.

Anayasa koyucu tuhaf bir mantıkla siyasal olanın taraf olmak anlamına geldiği kabulünden hareketle, siyasi parti üyesi olmayı tarafsızlığa engel bir durum olarak kabul etmiştir. Yani anayasa koyucuya göre 1983 seçimlerinde Turgut Sunalp Paşa’nın MDP’si için oy isteyen Kenan Evren ve CHP ile paralel bir cumhurbaşkanlığı süreci yürüten Ahmet Necdet Sezer tarafsızdır. Aynı şekilde cumhurbaşkanı seçildikleri gün, kurdukları ve iktidara taşıdıkları partilerden istifa eden Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Abdullah Gül’ü de yaşadıkları onca mücadeleye rağmen tarafsız kabul ediyor anayasa koyucu. Yaşadığımız örnekler bunun pek de öyle olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanlarının partiler üstü kimliklerinin olmaması da hükümet sistemi tartışmalarını haliyle güçlendiriyor. Çünkü parlamenter hükümet sisteminin en önemli argümanlarından birisi partiler üstü cumhurbaşkanı. Mevcut anayasanın cumhurbaşkanı adaylarının siyasi parti gruplarınca gösterilmesi, adaylık sürecindeki propaganda çalışmalarının finanse edilmesi ve yürütülmesi, bu kadar geniş yetkilerle donatılmış bir makamın siyasal açıdan partiler üstü davranmasının mümkün olmaması ve daha da önemlisi anayasanın partiler üstü olmanın kıstası olarak siyasi parti üyesi olmamayı kabul etmesi gibi hususlar bu tartışmayı daha da girift hale getiriyor.

Objektiflik yanılsaması  

Sosyal bilimlerde ve siyasal alanlarda tarafsızlığın mümkün olup olmadığı yoğun bir tartışmanın konusudur. Klasik epistemoloji ya da pozitivizm ekseninde şekillenen bilimsel teoriler bilimsel bilginin objektif ya da nötr olduğu, değer ve ideolojiden bağımsız bir içeriğe sahip olduğu varsayımından hareketle, tarafsızlığın mümkün olduğunu ileri sürer. 18. ve 19. yüzyılların entelektüel dünyasındaki egemen anlayışı yansıtan bu yaklaşım, 20. yüzyılla birlikte sorgulanmaya başlamış ve “tarafsızlık ideasının” bir yanılsama olduğu ileri sürülmüştür. Örneğin Thomas Kuhn bilimsellik, objektiflik ya da tarafsızlık idealinin tamamen egemen paradigma ile ilgili bir kavram olduğunu dile getirir. Dolayısıyla paradigmanın değişmesiyle tarafsızlık ve objektiflik de farklılaşacaktır. Kuhn’a göre “Paradigma değişiklikleri gerçekten bilim adamlarının, araştırma ile bağlanmış oldukları dünyayı farklı şekilde görmelerine neden olur. Bilim adamının dünyasında önceden ördek sayılan nesneler devrimden sonra tavşan oluverirler”.

‘Olgu’ yoktur ‘yorum’ vardır

Yakın bir örneği Nietzsche’nin “olgu diye bir şey yoktur, yalnızca bir takım yorumlar vardır” cümlesi sunar.  Bu nedenle Nietzsche’ye göre, insanoğlunun olgular ya da verili gerçeklikler karşısında tarafsız olması veya kendi öznelliğini aşan mutlak ve kesin bir bilgi içeriği geliştirmesi imkânsızdır. Zira bizim bilgimiz tarihle, sosyolojiyle ve kendi doğamızla kayıtlıdır.

Benzer bir yaklaşımı Feyerabend’da da izleyebiliriz. Feyerabend tarafsızlık ve nesnellik tartışmalarının insani olmayan bir düşünme biçimi olduğunu belirtir. “Bir usulün ya da bakış açısının nesnel olarak doğru olduğunu söylemek, onun insanların beklenti, düşünce, tutum ve istekleri ne olursa olsun geçerli olduğunu ima etmektir”. Feyerabend nesnellik ve tarafsızlık iddiasının bilginin bir kanaate, tutuma, bilince ya da yargıya dönüşmesi/dönüştürülmesi sürecinde de kullanıldığının altını çizer. Örneğin Doğu toplumlarının şiddete daha yatkın olup olmadıkları nesnel bir biçimde araştırılmakta ve elde edilen bilgilerin nesnel oldukları için kabul edilmeleri istenmektedir. Burada bilgiyi oluşturan ve onu nesnel kılan şey, onun mantıksal sağlamlılığı ya da bilimsel temeli değil, egemen söylemin bir parçası olmasıdır. Dolayısıyla o bilgiye tabii olanlar, belirli bir güç ilişkileri ağına tabiidirler.

Hemen hemen aynı argümantasyonu Foucault sunar. Foucault, bilimsel bilgi dâhil, bilginin bütün çeşitlerinde güç/iktidar kavramının belirleyici olduğunu iddia etmiştir. Foucault günlük yaşamın her aşamasına sirayet etmiş bir güç/iktidar söyleminin bize hakikati, yani tarafsızlığın ve nesnelliğin ne olduğunu dayattığını ifade etmektedir.

Tarafsızlık olarak tanımlanan durum ile egemen söylem arasındaki bu ilişkilerin belirli söylemsel standartlar ürettiği göz önünde bulundurulursa, tarafsızlık iddiasının da boş bir iddia olduğu kendiliğinden açığa çıkar. Açıkça söylemek gerekirse bütün insanlar doğası gereği, her zaman belirli bir perspektiften dünyaya bakar ve belirli bir sübjektiflik içinde bulunur. İnsan, tam da bu nedenle, Goethe’nin dediği gibi, “samimi olmayı vaad edebilir, ama tarafsız olmayı asla!”.

İnsanın doğası gereği tarafsız olmasının mümkün olmadığı bir ortamda siyasetçinin, siyasal sorunlara çözüm üretmek çabasındaki bir insanın tarafsız olduğunu iddia etmek ya da tarafsız olmasını beklemek, onun insanlığını inkar etmekle eşdeğerdir. İlave olarak bu kişinin halkoyu ile seçildiğini düşündüğümüzde bu durum vahamet derecesine ulaşacaktır. Parlamenter sistem insanın doğasına aykırı bir durumu önermez. Onun yerine cumhurbaşkanının güncel siyasetin dışında kalmasını ve böylece yıpranmadan partiler ve siyaset üstü kalması üzerine kurgulanmıştır.

Oysa maalesef bugüne değin Türkiye’de yürütmenin sorumsuz kanadı her daim siyasetin içinden gelmiş ve parlamenter hükümet modeli tanımlamasını geçersiz kılacak bir şekilde bir siyasal pozisyon içinde yer almıştır. Bu durum Türkiye’deki hükümet sistemi tartışmalarının ana başlıklarından birisi olmuştur.

Hangi cumhurbaşkanı tarafsızdı?

İlginçtir Türkiye’de cumhurbaşkanları kendilerini kamuoyu nezdinde tarafsız göstermek amacıyla tuhaf davranış modelleri geliştirmişlerdir. 1924 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde partisinden milletvekili adayı gösterilen ve seçilen Atatürk, İnönü ve Bayar böyledir örneğin. Atatürk’ün CHP-SCF ilişkisindeki kararsız tavrı, yine CHP-DP mücadelesi döneminde İnönü ve Bayar’ın davranışlarındaki kararsızlık bu durumun göstergesidir.

Bir taraftan seçilmek için siyasal anlamda tavrını ve çizgisini ortaya koymak zorunda olan bir siyasetçi, seçimin hemen ertesinde partilere eşit uzaklıkta bir cumhurbaşkanı, hemen akabinde yeni seçim döneminde yeniden siyasal bir tavır. Gerçekten adapte olması oldukça zor bir durum olsa gerek. Kuşkusuz böylesi bir tutarsız tavır hem kurum olarak siyaseti yıpratacaktır, hem de siyasetçiyi kamuoyu nezdinde yıpratacaktır.

Siyasetin içinden gelmiş, siyasi parti kurmuş ve yöneticilik yapmış kişilerden tarafsızlık beklemek ve onları partiler üstü olarak tanımlamak ziyadesiyle saflık olacaktır. Öte yandan Anayasada bu kadar yoğun ve güçlü yetkilerle donatılmış bir makama siyasal görüşleri ile ön plana çıkmamış, toplumun sorunlarına siyasal çözümler önermemiş bir kişiyi seçmek de tuhaf olacaktır.

1 Ekim günü sayın cumhurbaşkanının TBMM’nin yeni yasama yılını açış konuşmasında bu zor durum kendisini bariz bir biçimde hissettirdi. Bir yandan “tarafsız” olduğunu ortaya koymak isteyen bir siyasetçi tavrıyla tek tek her siyasi grubun alkışlayacağı önermeler sıraladı sayın cumhurbaşkanı. Bir grubun alkışladığı önermeler, diğer gruplar tarafından yüz ekşitilerek ve tepki gösterilerek izlendi.

Diğer yandan önümüzdeki süreçle ilgili olarak ve siyasetin içinden gelmiş birisi olarak siyasal konularla ilgili olarak içinden çıktığı partiye ve hükümete yönelik mesajlar veren, eleştiriler sıralayan bir konuşma dinledik. Açıkçası konumu ve konjonktür gereği kendisini güncel tartışmaların içinde konumlandırmak zorunda hisseden ve görüşlerini açıklayan bir siyasi figür olarak cumhurbaşkanını izledik. Mevcut anayasal yapı ve siyasal pratik, görev ve yetkileri ve seçim süreci açısından cumhurbaşkanının partiler üstü tanımına uygun bir figürün ortaya çıkması mümkün değil.

Partili cumhurbaşkanına geçiş

Bu durum sadece mevcut cumhurbaşkanı için geçerli bir durum değil kuşkusuz. Tam anlamıyla bir sistem sorunu. Bilhassa 1982 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemdeki bütün cumhurbaşkanları güncel politik tartışmaların aktif birer unsuru olmuşlar, bu yönleriyle tartışılmışlardır. Güncel siyasetin içinde olmak ve görüş açıklamak bir kusur ya da eksiklik değil kuşkusuz. Ama parlamenter hükümet modelinin öngörmediği, kurgulamadığı ve hatta onu sakatlayan bir durum. Anlaşılan şu ki, 1982 Anayasasının öngördüğü ve dikte ettiği tarafsızlık hem siyasetçiler üzerinde bir rahatsızlık unsuru, hem de Türkiye’de hükümet sisteminin tutarsızlığını ve sakatlığını gösteren bir durum. Aslında tek başına bu durum dahi hükümet sisteminin masaya yatırılmasını gerektiriyor. Sorunun çözümü de çok basit. Ya klasik parlamenter sistemi kurgulayıp partiler üstü ve siyaset dışı bir figürü yürütmenin sorumsuz kanadı için tanımlayacağız. Ya da cumhurbaşkanının partisiz olduğu varsayımından vazgeçip, partili bir cumhurbaşkanının tanımlanacağı yeni bir anayasal tercihte bulunacağız.

Tarafsız ve partiler üstü bir cumhurbaşkanı ifadesi hem Türkiye’deki siyasal pratik açısından ve hem de anayasal tanım açısından çok anlamlı değil. Bu noktada Başbakan’ın da artık sıklıkla kullandığı “partili cumhurbaşkanlığı” modelinin de içinde olduğu yeni hükümet modellerini daha yoğun bir biçimde tartışmak gerek.

27 Ekim 2012

Kaynak: http://www.yirmidorthaber.com/acikgorus/tarafsizlik-mumkun-mu/haber-699923

Yukarı