Yürütme tek başlı olmalıdır

Yürütme tek başlı olmalıdır

Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı ve Siyaset Bilimci Doç. Dr. Yusuf Tekin, Milat Gazetesinden Ezgi Çelik’e verdiği röportajda parlamenter sisteminin sıkıntılarını, Türkiye’ye uygun olan Başkanlık modelini ve doğru zemine oturması için yapılması gerekenleri anlattı.

Parlamenter sistem tartışılmaya neden açıldı? Daha önce bu sisteme geçilmiş olsaydı  28 Şubat, 12 Eylül ve 27 Mayıs gibi darbelerin yaşandığı süreçler yaşanır mıydı?
Türkiye, köklü devlet geleneğine sahip bir millet. Bütün bu devlet geleneği içerisinde de güçlü olduğumuz dönemler hep tek başlı yönetmelerin söz konusu olduğu dönemlerdir. İlk defa yürütmenin iki başlı olduğu 1876 Kanuni Esasi ile başlayan dönem ise parlamenter monarşiye kısmen geçilmeye çalışılan ama geçilemeyen dönemdir. Yani 1876 Kanuni Esasinin parlamenter monarşi olduğunu kimse iddia edemez. Çünkü parlamenter sistemin ana argümanlarına sahip olan bir anayasa metni değildir. Tamamen Osmanlı padişahının tek başına olarak yasama ve yönetmeyi domine ettiği bir süreç söz konusuydu. 1909 Kanuni Esasi tadillerinekadar bu böyle devam ediyor. İkinci meşrutiyetin ilanından sonra Kanuni Esasi de revizyonlara kadar bu devam ediyor. Tipik parlamenter sistem ilk defa bu coğrafya da egemen oluyor. Bugün anayasa tarihimizde parlamenter sistemin argümantasyonunu en doğru bir biçimde formüle eden anayasa 1909 anayasasıdır. 1909’dan 1921 anayasasına kadar geçen dönemde teorik olarak tek parlamenter dönem deneyimimizdir. Bugün bu durumu tartışmamızın nedeni sadece anayasada ki formülasyon değildir. Çünkü anayasadaki formülasyonu doğru yaptığımız dönemde de biz parlamenter sistemi işletememişiz. 1909 ile 1921 arasındaki geçen dönem bu coğrafyanın siyasal olarak yaşadığı en kötü dönemdir. Dolayısıyla tipik parlamenter sistemin kurgulandığı bir metin ve bu metnin uygulandığı dönemde biz ortalama 8-10 aylık hükümetlerle yönetildik. Bu coğrafya da parlamenter sistemi ne kadar iyi kurgularsanız kurgulayın teorik olarak sistemin yürürlüğü ile alakalı problemler var.

1982 anayasasının dönüştürülmesi gerekiyor
Daha sıcak problemlerimize geldiğimizde ise tipik, teorik argümanları oturmuş parlamenter sistemin tekrar karşımıza çıkışı yine bir darbe sonrası oluşturulan 1961 anayasasıdır. Parlamenter sistemin gereklerine uygun olarak hazırlanmış bir anayasa. Ne zamana kadar yürürlükte kaldı? Bu dönem siyasi, ekonomik, toplumsal huzur açısından ne getirmiş? 1961 anayasasının yürürlükte olduğu dönemdeki hemen bütün seçimlerde biz koalisyon hükümetlerine mahkûm olmuşuz. İstisna iki tane seçimimiz var. 1965 ile 12 Mart muhtırası arasındaki dönemi dışarda tutun bu süre içerisinde ki hükümet yapımız istikrarsızlıklarla dolu. Koalisyon hükümetleri, kısa süreli hükümetler, hükümetler arası pazarlıklar ve yürütme de sorumluluk almak istemeyen hükümetlerle karşı karşıya kalmışız. Ayrıca ekonomik göstergelerimizin tepe taklak olduğu bir dönem. Toplumsal huzur anlamında 12 Eylül’de Türkiye’yi götüren süreç parlamenter sistemle yönetildiğimiz dönemdir. Dolayısıyla bizim iki tane parlamenter sistem tecrübemiz var. 1909 ve 1961. Bu iki dönemde biz parlamenter sistemi sağlıklı olarak denemişiz. Bugün kullandığımız 1982 anayasasının diğerlerinden farkı şekil olarak parlamenter sistem gibi gözükmesine rağmen parlamenter sistem olmamasıdır. Kaotik bir anayasal formülasyon var. Bu sebeplerden dolayı Türkiye’de iki tane husus bizim için önemli. 1982 anayasasının hükümet sistemindeki kaos, demokratik devlet ve hukuk devleti gibi evrensel kriterleri yerine gelmediği için bir an önce bu kriterleri yerine getirecek şekle dönüştürülmesi gerekiyor. Bu bizim için cari ve acil bir problemdir. Bu sistemi uygulayacaksak, parlamenter sistem mi? Başka bir hükümet modeli mi? işte bunu tartışmalıyız. Bu tartışma 150 yıllık bir tartışmadır. Geldiğimiz noktada bütün bu tartışma pratiğini göz önüne alarak 1921, 1924, 1961, 1982 anayasalarının hazırlandığı dönemde bunlar tartışılarak konuşulmuş. Bizim yeni bir analiz yapmamız gerekiyor.

Bu coğrafyada yaşayan insanların bölgenin tarihini, kültürünü kaldırabileceği, içselleştirebileceği ve  meşru görebileceği hükümet sistemi ne olmalıdır?
Konuyu yeniden tartışmalıyız. Bu tartışmayı yaptığımızda bu coğrafya için tek başlı yürütme pratiğinin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Bu sebepten başkanlık sistemi ya da başkanlık sistemi gibi bir modelin yetkinin ve sorumluluğun tek bir kişide taplanmasının doğru olacağına inanıyorum. Parlamenter sistem deneyimlerimizde yaşadığımız her dönem bu ülke için siyasi, ekonomik, toplumsal açıdan sıkıntılar üretiyor. Sıkıntılar ürettiği için de parlamenter sistemin uygulamalarını Türkiye için sağlıklı sonuçlar vermediğine düşünüyorum.

Yeni sistemi yürütme üzerinden tartışıyoruz. Yargı ve yasama boyutu ise gündeme gelmiyor. Bu durum, tartışma sistemin doğru zemine oturmasını engeller mi?
Biz sadece Cumhurbaşkanı üzerinden kişiselleştirilmiş bir tartışma yürütüyoruz. Bu durum tartışmanın yanlış yürüdüğünün en net göstergesidir. Yürüteceğimiz teorik düzlem. Dünyadaki hükümet sistemlerinde göz önüne alınan kriterler nelerdir? Önce bunu konuşmamız gerekir. Parlamenter sistem ile Başkanlık Sistemini birbirinden ayırt eden gösterge yasama ve yürütmenin birbirinden kesin olarak ayrılmış olmasıdır. Bugün kuvvetler ayrılığını bu kadar kutsallaştırarak diğer taraftan yürütmeyi dizayn ederken yasama ve yürütmeyi birbirinin içinde değerlendirirsek o zaman bir çelişki ile karşı karşıya kalmış oluruz. Bugün Başkanlık Sistemini savunurken aslında tartıştığımız şey kuvvetler ayrılığı prensibinin daha sağlam bir zemine oturmasıdır. Birinci önermemizin bu olması gerekir.

TARTIŞMAYI YANLIŞ YÖNLENDİRİYORLAR

Güçlü bir siyasi aktör olan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan olma ihtimali neden bu kadar kaygı oluşturuyor?
Bugün bu sorunu üreten kitleler sesi çok çıkan ama halk nezdinde karşılığı olmayan kitlelerdir. İktidar olma olasılığı ve yüzde 50 artı. 1 ile başkan seçtirme olasılığı olmayan kişiler bu durumdan rahatsızlar. Turgut Özal’a da aynı şekilde karşı çıkmışlardı. Sebebi Turgut Özal var olduğu sürece bu kitlelerin siyasal iktidardan pay alma siyasal iktidarda yer alma gibi bir alternatifleri olmamasıydı. Tartışma konusu Recep Tayyip Erdoğan değil. Bu kitleler siyasi iktidarı yönlendirmek manipüle etmek imkânına sahipler şu anda. Ama bu olmadığı zaman bunu yapamayacaklar. Bunu yapamayacaklarını bildikleri içinde Türkiye’de bu siyasi istikrarsızlığın var olmasını istiyorlar. Dolayısıyla bunu da Recep Tayyip Erdoğan figürüne indirgeyerek zaten tartışmayı yanlış yönlendiriyorlar. Bizim tartışmayı bu noktanın dışını taşırmamız gerekiyor.

Başkanlık sistemi ile siyasi partilerin işleyişi ve siyasi partiler kanunu noktasında bir değişim olur mu? Olmalı mı?
Siyasi parti sistematiği Türkiye’de oturdu. Siyasi partiler Türkiye’de gerçekten anayasada ki tanımlamasıyla demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsuruna dönüştüler. Dolayısıyla biz Başkanlık sistemini konuşurken kendimize has bir formülasyon üretmemiz mümkündür. Burada asıl tartışma konusu şu; yürütme tek başlı olarak dizayn edilecek. Bu tek baş sorumlu ve yetkili olarak tanımlanacak. Parlamenter sistemin en büyük zaaflarından biri olan yasama ile yürütmenin iç içe geçmiş halinden arındırılmış olacak. Bunun dışında Dünya’da çok değişik parlamenter sistem örnekleri var. Bu ana öncüleri alıp onun dışındakileri kendimize has modeller üretebiliriz.  Bunlardan biri parti sistemi, seçim sistemi bu konularda biz illa başkanlık sistemine geçildiğinde şu parti yapısını seçeceksiniz şu seçim sistemini seçeceksin diye bir dayatma yok. Biz kendi siyasi parti formülasyonumuzu, siyasi partiler kanunumuzu seçim sistemimizi değiştirebiliriz. Hükümet sistemimiz ne olursa olsun siyasi partilerimizi, seçim kanunumuzu farklı şekilde dizayn edebiliriz. Hükümet sistemi değişikliği olduğunda bir değişiklik yapılmasına dair herhangi bir durum görmüyorum. Ama siyasi partiler kanunumuzda anti demokratik hususların arındırılması tartışmanın dışındadır. Onun bir şekilde mutlaka yapılması gerekir.

Yetki ve sorumluluk tek kişide toplanmalı
Bu tartışmaları yanlış manipüle ettiğini iddia ettiğimiz kişilerin önermesi de şurada gizli. Biz hep toplum nezdinde bunu tartışırken yürütmenin iki başlılığından bahsediyoruz. Sanki iki kişi yürütme de yetkili olursa sanki daha kontrollü, denetimi mümkün gibi finanse ediyoruz. Bu ciddi bir yanılgıdır. Bugün şeklen parlamenter sistem olduğunu iddia ettiğimiz ülkelerde denetim mekanizması sistemin adı ile bağlantılı değil. Hep şunu söylüyorlar. Başkanlık sistemi olursa otoriter bir yapı kurulur. Hayır. Eğer öyle olsaydı Dünya’da ki parlamenter sistem örneklerinin tamamının çok demokratik olması beklenirdi. Ama otoriter olduğunu bildiğimiz çok sayıda parlamenter sistem örneğimiz var. İkinci konuda şöyle baktığımızda parlamenter sistem için hep örnek olarak gösterilen Almanya ve İngiltere gibi ülkeleri gösteriyoruz. Bizim zaten temel eleştirimizde burada. Biz yürütmeyi iki başlı dizayn edelim derken şunu yapmışız. Yürütmeye ait yetkileri ikiye bölmüşüz. Bir kısmını Bakanlar Kuruluna bir kısmını da Cumhurbaşkanına vermişiz. Ama ne Almanya’da ne İngiltere’de böyle bir formülasyon yok. Bizim aslında yeniden Parlamenter sistemi kurgulasak dahi yapmamız gereken şey yetki ve sorumluluğu tek bir kişide toplamak. Bu tartışmayı sağlıklı zemine çekmek için bu örnekleri iyi incelememiz gerekiyor.

Başkanlık Sistemi diyoruz ama 2002 yılından itibaren yaşanan bütün reformlar parlamenter sistem ile gerçekleştirildi. Parlamenter sistem ile doğru yolda ilerleyebilir miyiz?

2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Türkiye parlamenter sistemi uyguladı. Cumhurbaşkanının farklı politika önermeleri, hükümetin farklı politika önermeleri yoktu ve sağlıklı şeyler yapıldı. Tersinden düşündüğümüzde farklı politikalar farklı bakış açıları dolayısıyla her an bir çatışma riski, potansiyel olarak kriz riski ile yaşadığımız zamanlar oldu. 2001 krizinin çıkış noktası budur. Dolayısıyla Türkiye bu krizleri yeniden yaşamamak için bu riski üstlenmemeli. Bugün Cumhurbaşkanımız ile Bakanlar Kurulumuz arasında Dünya’ya bakış açısından politika üretme açısından tek başlılık var. Ama bu hep böyle devam etmeyecek. Bunun böyle olmadığı dönemlerde yaşadığımız riskler topluma, siyasete, ekonomiye maliyetin oldukça yüksek olduğu risklerdir. Hükümet sistemi tartışması küçük değişiklikler ile çözebileceğimiz bu risklerin şimdiden tedbirini almaktır.

TEDBİRLERİMİZİ ALMAMIZ GEREKİR

Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı süresi bittiğinde yeni bir siyasi aktör çıkarabilir miyiz?
Önümüzde ki dönemlerde mevcut siyasi aktörler üzerinden konuşursak Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu Kemal Kılıçdaroğlu’nun Selahattin Demirtaş’ın ve Devlet Bahçeli’nin Başbakan olduğu bir Türkiye düşünün. Bu Türkiye istikrar açısından, ekonomik göstergeler açısından, dış politika açısından nasıl bir Türkiye olur? Bu olası bir durumdur. Bu olası durumla karşı karşıya kalacağımız riskleri şimdiden öngörüp tedbirlerimizi almamız gerekir.

Anayasa değişikliği konusunda neler söylemek istersiniz?
Darbecilerin yaptığı ve istisnasız bütün siyasi partilerin eleştirdiği, karşı çıktığı anayasayı değiştiremiyorsak eğer bu bizim için ciddi bir sorundur. Siyasi partilerin şu okumayı yapması gerekir. Yakın tarihlerde iki tane önemli referandum gerçekleştirdik. 2007’de 2011’de yaptığımız referandumlar halkın yüzde ellisinin üzerinde desteklediği referandumlar oldu. Bu şu anlama gelir. Türk halkı anayasanın değiştirilmesi konusunda hemfikirdir. 2015 seçimlerine giderken bütün siyasi partiler seçim bildirgelerine anayasa değişikliğini koydular. Bu bir seçim vaadidir. Halktan oy isterken biz anayasayı değiştireceğiz demektir. Dolayısıyla 2015 seçimleri için bence en önemli seçim argümanı anayasa olmalıdır. Adeta yamalı bohça haline dönüşen 1982 anayasasının 2015 seçimleri sonrasında değişmesini ümit ediyoruz. Siyasi partilerin biraz daha duyarlı davranıp anayasa değişikliği konusunda daha istekli davranmalarını arzu ederiz.

Kaynak: http://www.milatgazetesi.com/yurutme-tek-basli-olmalidir/66358/#.VNinLvmsWlw

 

Yukarı